Azer Koçulu
January 18th, 2014

Hasankeyf’li Serkan, Sri Lanka’lı Köylüler ve Programlama

Aralık ayının ortasında Türkiye’ye geleceğimi ve planımın büyük bölümünü güneydoğuda ziyaret etmek istediğim kent ve kasabalara ayırdığımı duyan annemler epeyce şaşırdılar, çeşitli sitem ve telkinlerle caydırmak istediler. Bugüne kadar irrasyonel laf kalabalıklarına kulak astığım pek görülmemiştir. Uygun bir dille, yılbaşını TV karşısında mandalina soyarak geçirmektense, daha önce hiç gitmediğim bir yerde botlarımı kurutmaya çalışarak geçirmeyi yeğlediğimi belirttim.

Mardin, Midyat, Hasankeyf, Diyarbakır, Urfa ve Harran’ı ziyaret ettim bir buçuk hafta içinde. Beklentilerimden çok daha güzel buldum güneydoğuyu. Özellikle de Eski Mardin’in sokaklarında yürümek, ABD’deki bloklar halinde tasarlanmış caddelerden sonra terapi gibiydi.

Ve tabii aylar sonra ilk kez anadoluya gelince, doğal olarak epey konuşkandım. Sabah kahvaltı yaptığım çayocağında, dolmuşta, leblebi fırınında, sokakta yürürken, bir “selam-ı aleyküm” demem, sıcak kanlılık ve ikramla devam eden sohbetlere dönüştü.

İleride gerçekleştirmeyi projelerle ilgili cevap aradığım bazı sorularla ilgili de birkaç basit gözlem yapma şansım oldu.

Örneğin, bölgedeki çocukların evlerinde bilgisayar ve internet erişiminin olup olmaması ilgilendiğim konulardan biriydi. Yukarıdaki Hasankeyf fotoğrafında gördüğünüz Serkan ve yanındaki arkadaşları, camiinin yanındaki yokuşun başında benle yürümeye başladılar. Ve bir ara Serkan’la aramızda şöyle bir diyalog gelişti:

— Evde bilgisayarınız var mı Serkan?
— Var ama klavyesi bozuk
— Yeni klavye almadınız mı?
— Aldık o da bozuldu

11 kardeşi olan bir aile için klavye ve mouse’un ömrü doğal olarak epey kısa olmalı. Bu durum ilk bakışta klişe bir “kısıtlı imkan hikayesi” gibi görünebilir, fakat esasında, bir yazılımcı açısından bilimsel bir gerçekliktir. Özellikle Özgür Yazılım Hareketi açısından, hem donanım hem de yazılım teknolojilerinin yol alması gereken “mutlak” bir demokratikleşme mesafesidir Serkan’ın klavyesi.

Bu spesifik örneğin biraz daha genellersek, sözünü ettiğimiz mesafe iki boyutludur ve bir yöreye ya da ulusa özgü değil, globaldir. Hasankeyf’li 13 nüfuslu bir aileden tutun, Sri Lanka dağlarında seylan çayı yetiştirerek geçimini sağlayan kadınlara kadar, teknoloji demokratik sıfatını hakedebilecek düzeyde erişilebilir hale gelmelidir.

Sözünü ettiğimiz iki boyutlu demokratikleşme mesafesinin birincisi donanım, ikincisi ise yazılım.

Demokratik Teknoloji: Donanım

Donanım, ham maddenin, dağıtımın, işçiliğin ve en önemlisi de pahalı üretim araçlarının ayrıcalıklı egemen sosyal sınıfa ait olduğu bir alan. Richard Stallman gibi tek bir adamın oturup kolayca değiştirebileceği bir ekonomi değil. Ama durum o kadar önemli ya da karamsar da değil, çünkü;

Donanım teknolojileri nispeten daha ağır adımlarla demokratikleşse de, yukarıdaki gibi pek çok nedenden ötürü “optimist” bakabiliriz geleceğe. (Mobil cihazlardaki Apple ve Android hakimiyetini saymazsak)

Teknolojik demokratikleşme için katetmemiz gereken mesafenin ikinci boyutu ise yazılım.

Demokratik Teknoloji: Yazılım

Diğer ekonomilerden farklı olarak yazılım dünyasında hammadde yok, dağıtım yok, sadece işçilik ve üretim araçları var.

Yani, Hasankeyf’te çalışan bir bilgisayarı olan her çocuk, gerekli işçilik ve üretim araçlarıyla, bir fabrika kadar kâr üretebilen yazılımlar yapabilir.

İşte bu noktada öncelikle üretim araçlarının (IDE’ler, diller, platformlar ve kütüphaneler), bir çocuğun hiçbir “border”la karşılaşmadan, hayal ettiğini kolayca tuvalde görmesini sağlayacak soyutlukta olması gerekiyor.

Benim bu konuda varsayımım, yeterince deklaratif bir programlama dili ve kütüphaneleri, Hasankeyfli Serkan’ın da, Sri Lanka’lı çay yetiştiricisi teyzelerin de kolayca anlayabileceklerini düşünüyorum; elbetteki kendi dillerinde.

Bu nedenle anadilde programlama, dünya için zaruridir. En uzun mesafeyi sanırım bu konuda katetmemiz gerekiyor.

Üretim araçlarının demokratik erişimi esas çatışmaların yaşandığı alan. Bu konuda mücadele, Richard Stallman’ın Özgür Yazılım Hareketiyle başlar. Tamamen herkesin erişebileceği ücretsiz yazılımlarla ilk kez bir Unix işletim sistemi yapılır ve General Public License (Genel Kamu Lisansı) ortaya çıkar.

Stallman ve özgür şövalyelerinin amacı, üretim araçları ve bilginin sınıf ayrıcalığı olmaktan kurtarılmasıdır. Bu nedenle yüzlerce ve binlerce dolara satılan yazılımlara tamamen ücretsiz, GPL lisanslı alternatifler üretilir; Emacs, Gimp, Audacity…

Özellikle open web (açık web)’in iyi kullanıcı deneyimi ve kapalı işletim sistemlerindeki marketlerden çok daha özgür bir uygulama marketi sunmasıyla, özgür yazılım oldukça güçlendi. 2000'lerin başında açık kaynağı “komünizm” olarak gören büyük şirketler, açık kaynağın serbest piyasa rekabeti için zararlı değil, yazılım dünyasında dinamo görevi üstlenebilecek güçte bir ekonomik enstrüman olduğunu farketti.

Demokratik Üretim Araçları: Hazır mı?

Özellikle de özgür (açık kaynaklı) üretim araçlarının bugünkü sistem yönetimi gereksinimleri oldukça fazla, bu önemli bir sorun.

Bir diğer sorun, haddinden fazla imperatif yazılım kültürünün hüküm sürmesi yazılım dünyasında. Unix komutlarından programlama dillerine, ve kütüphanelerine, yazılım sürecinin her adımında karşımıza çıkan bir gerçeklik bu.

Bu nedenle öncelikle daha deklaratif programlama yapan bir yazılım kültürümüzün olması gerekiyor.

Ve bu arada sistem yönetimini yazılım süreçlerinden nasıl elemine edeceğimizi de daha net görebiliriz. Hem öğrenme sürecini, hem de geliştirme sürecini sosyalleştiren özgür bir marketi de içinde bulunduran platformlar geliştirilebilir örneğin.

Bu mesafeyi katettiğimizde yazılım teknolojilerinin hayatın tam anlamıyla içine gireceğini düşünüyorum. Belki 5 yıl kadar yakın bir zaman sonra, Serkan klavyesi bozulduğunda Hasankeyf’te bir 3D printer’dan bir klavye çıkarabilir, veya Sri Lanka’da çay toplayan kadınlar, çocuklarının onlar için programladığı bir robotla pek çok zahmetten kurtulabilir.