Azer Koçulu Oct 09, 2023

Kant - Aydınlanma Nedir?

Kant'ın meşhur "Aydınlanma Nedir?" yazısının Türkçe çevirisini hem okunabilir bulmadığım hem de okuyucuyu anlamdan uzaklaştırdığını düşündüğüm için, aşağıdaki çeviri çalışmasını ortaya çıkardım. Yazının sonunda çeviri notlarımı bulabilirsiniz.

İyi okumalar.

Aydınlanma Nedir?

Yazar: Immanuel Kant, 1784
Çeviri: Azer Koçulu, 2023
PDF: Internet Archive

Aydınlanma, insanın kendi seçimiyle bulunduğu olgunlaşmamışlık durumundan çıkışıdır. Olgunlaşmamışlık, insanın kendi aklını bir başkasının yönlendirmesi olmadan kullanamama durumudur. Eğer olgunlaşmamışlık durumunun nedeni anlama eksikliği değil de, bir başkasının yönlendirmesi olmadan kendi aklını kullanmakta kararsızlık ve cesaret eksikliği ise, bu durum bir seçimdir; hatta insanın kendi kendine dayatmasıdır. Sapere aude! (Bilmeye cesaret et) İşte bu yüzden "Kendi aklını kullanma cesaretine sahip ol!", aydınlanmanın mottosudur.

Doğa, insanı başkalarının yönlendirme ve kılavuzluğundan uzun zaman önce özgürleştirmesine (naturaliter maiorennes) rağmen, tembellik ve korkaklık insanların büyük bölümünün hala olgunlaşamamış olmasının nedenidir. Olgunlaşmamak rahattır. Eğer bir kitap benim yerime düşünüyorsa, bir papaz benim yerime vicdanını hareket ettiriyorsa, bir doktor benim yerime diyetimi belirliyorsa, o zaman kendim için çaba sarfetmeme gerek yok. Para ödeyebiliyorsam düşünmeme hiç gerek yok; başkaları bu sıkıcı işleri benim yerime halleder. Denetimimizi nazikçe üstlenen bu veliler, insanlığın büyük çoğunluğunun, olgunlaşmaya adım atmayı sadece zor değil, son derece tehlikeli olarak görmesini sağlar. Bu veliler önce evcil hayvanlarını aptallaştırır, ardından, bu uysal canlıların bağlandıkları ipler olmadan tek bir adım atmalarını dikkatle engellerler. Sonra da onlara kendi başlarına yürüdüklerinde başlarına gelecek tehlikeleri gösterirler. Tehlike aslında o kadar da büyük değildir, birkaç kez düştükten sonra en azından yürümeyi öğrenebilirler. Ancak başarısızlık örnekleri göz korkutur, ve genellikle daha sonraki tüm girişimleri caydırır.

Bu nedenle bireyin neredeyse tabiatı haline gelmiş olgunlaşmamışlıktan kurtulması epeyce zordur. Hatta bu durumu zamanla sevmeyi öğrenmiştir ve kendi aklını kullanmaktan acizdir, zira denemesine hiç fırsat verilmemiştir. Dogmalar ve kurallar, doğal yeteneklerinin makul kullanımı (veya kötüye kullanımı) için tasarlanmış bu araçlar, sürekli olgunlaşmamışlığın kelepçeleridir. Ve işte bu nedenle, hem kendi zihinlerini geliştirerek olgunlaşmamışlıktan kurtarmayı başarmış, hem de sağlam adımlarla yürüyen pek az insan vardır.

Daha büyük olasılık halkın kendi kendini aydınlatmasıdır; özgürlük verildiğinde aydınlanma neredeyse kaçınılmazdır. Halkın atadığı veliler arasında bile her daim olgunlaşmamışlığın boyunduruğunu atmış özgün düşünürler olacak; hem kendi değerlerinin hem de her insanın kendi adına düşünme görevinin takdir edildiği ruhu yayacaklardır. Burada özellikle belirtmek gerekir ki; önce bu veliler tarafından boyunduruk altına alınan halkın, aydınlanma yetisi olmayan veliler tarafından kışkırtıldığında, bu velileri boyun eğmeye zorlar. Bu da önyargı tohumları ekmenin ne kadar zararlı olduğunu gösterir; önyargılar eninde sonunda sahiplerinden veya sahiplerinin evlatlarından, torunlarından intikam alırlar. Bu nedenle halk, ancak yavaş yavaş aydınlanabilir. Bir devrim kişisel bir despotizmin veya açgözlü bir zalimin baskısının sonunu getirebilir, ama düşünce tarzında gerçek bir reform getirmeyecektir. Düşünmeyen kalabalıklar için yeni önyargılar eskilerinin yerini alacak, yol gösterici olarak hizmet edecektir.

Aydınlanma için, özgürlüklerin en masumu, bir insanın kamusal alanda kendi aklını kullanabilmesi özgürlüğü dışında başka birşeye gerek yoktur. Ama şimdiden her taraftan bağırışlar duyuyorum: "Tartışma!" Subay diyor ki, "Akıl yürütme, talim yap!" Vergi memuru: "Tartışma, öde!" Papaz: "Akıl yürütme, inan!" (Dünyada sadece bir hükümdar, "İstediğiniz kadar ve ne üzerine isterseniz aklınızı yürütün; ama itaat edin!" der) Her yerde özgürlüklerin kısıtlandığını görüyoruz. Ama hangi kısıtlama aydınlanmaya zararlıdır? Hangisi zararsızdır, hatta aydınlanmayı teşvik eder? Cevabım şudur: kişinin aklını kamusal alanda kullanması her zaman özgür olmalıdır, ve bu özgürlük tek başına aydınlanma doğurabilir.

Öte yandan, akıl ve mantığın bireysel kullanımı, aydınlanmanın ilerlemesini önemli ölçüde engellemeden sık sık sınırlandırabilir. "Aklın kamusal kullanımı" derken, bir alimin aklını halkın önünde kullanmasını kastediyorum. "Aklın özel kullanımı" ile ise, bir insanın kendisine tevdi edilen yurttaşlık vazifesini yerine getirirken aklını kullanmasını kastediyorum. Toplumun çıkarlarını ilgilendiren bazı meselelerde, toplumun bazı üyelerini pasif bırakan bir devlet mekanizması gereklidir. Ortaya çıkan yapay oy birliği kamu hedeflerinin yerine getirilmesini, en azından bu hedeflerin yıkılmamasını sağlar. Burada tartışmaya müsade yoktur; itaat edilmelidir. Bu aygıtın bir parçası, kendini evrensel bir topluluğun -dünya vatandaşlarının- bir parçası olarak gördüğünde gene tartışmalara katılabilir, ve pasif bir üye olarak katılım gösterdiği ilişkiler bundan zarar görmez. Bu nedenle görev başında emir alan bir subayın aldığı emirlerin uygunluğunu veya amacını sorgulaması son derece talihsiz olacaktır. İtaat etmek zorundadır. Öte yandan, askerlik vazifesindeki noksanlıkları farkeden ve bunları kamuoyu ile paylaşan bir alim olarak engellenmesi, adil olmaz. Vatandaş kendisinden alınan vergileri ödemeyi reddedemez, hatta vergilerin kendini bilmez bir şekilde tekdir edilmesi, genel itaatsizliğe neden olabilecek bir ayıp olarak cezalandırılabilir. Bununla birlikte, bir kişi alim olarak vergilerin uygunsuzluğuna ya da adaletsizliğine karşı itirazlarını açıkça ifade ederse, vatandaşlık görevine aykırı davranmış olmaz. Aynı şekilde, bir papaz da öğrencilerine ve cemaatine hizmet ettiği kilisenin öğretileri doğrultusunda vaaz vermekle yükümlüdür, bu şartla atanmıştır. Ancak bir alim olarak, kilise öğretileri ve kurumlarında gördüğü, dikkatlice incelenmiş kusurlarla ilgili yapıcı düşüncelerini ve iyileştirmeye dair önerilerini paylaşabilme özgürlüğü, hatta yükümlülüğü vardır. Bunda vicdanını rahatsız edecek birşey yoktur. Çünkü kilisenin bir temsilcisi olarak, görevinin gereği olarak öğrettiklerini, kendi gördüğü gibi öğretme özgürlüğüne sahip olmadığı bir şey olarak sunar. Bir başkası adına ve onun talimatıyla konuşmak üzere görevlendirilmiş biri olarak konuşur. "Kilisemiz şunu veya bunu öğretir; kanıtlarımız da bunlardır" der. Böylece, tam olarak ikna olmadığı öğretilerden bile cemaati için pratik faydalar çıkarır, zira gerçeğin bu öğretide gizlenmiş olması tamamen imkansız değildir. Her halükarda, bu öğretilerde dinin özüyle çelişen hiçbir şey bulamaz, eğer çelişki bulduysa, görevini vicdanı rahat bir şekilde yerine getiremezdi. İstifa etmek zorunda kalırdı. Bu nedenle, bir alimin kendini istihdam eden cemaatin önünde aklını kullanması, bireysel bir kullanımdır, zira ne kadar büyük olursa olsun karşısında sadece yerel bir kitle bulunur. Bu açıdan bakıldığında, bir vaiz olarak özgür değildir ve özgür olmamalıdır çünkü başkalarının emirlerini yerine getirmektedir. Öte yandan, yazıları aracılığıyla kendi dünyasına seslenen bir alim olarak, kendi aklını kullanma ve kendi adına konuşma konusunda sınırsız özgürlüğe sahiptir. Halkın manevi velilerine olgunlaşmamış muamelesi yapmak, mantıksızlıkları doğuran mantıksızlıktır.

Peki bir ruhban sınıfının, örneğin Kilise Konseyi gibi veya saygın bir cemaatin (Hollanda’lıların kendine dediği gibi) tüm üyeleri üzerinde ve dolayısıyla da halk üzerinde sonsuza dek vesayet sağlama amacıyla, sabit bir öğretiye and içerek kendini ona adama hakkı olmalı mıdır? Ben bunun tamamen imkansız olduğunu söylüyorum. İnsanlığın aydınlanmasını engellemek üzere oluşturulmuş böyle bir sözleşme, egemen güç, parlamento ve en kutsal anlaşmalar tarafından onaylansa bile hükümsüz ve geçersizdir. Bir çağ, kendinden sonra gelen çağların bilgi ve birikimini genişletmesini, hatalardan arınmasını ve genel olarak aydınlanma yolunda ilerlemesini engelleyecek bir anlaşma yapamaz. Bu, gerçek kaderi ilerlemede yatan insanlığa karşı işlenmiş bir suç olur; bu nedenle bir sonraki nesiller yetkisiz ve küstahça alınmış bu kararları reddetme hakkına sahiptir. Bir yasanın toplum tarafından kabul edilebilme ölçütü şu soruda yatmaktadır: toplum bu yasayı kendi kendine dayatabilir mi? Şimdi daha iyi bir düzen beklentisiyle, kısa vadeli yasalar uygulamaya konabilir. Ancak bu geçici düzen devam ederken, her vatandaş (özellikle alimler) mevcut kurumlar hakkındaki eleştirilerini paylaşmakta özgür bırakılmalıdır. Bu durum kamuoyu konuya vakıf olana dek devam etmelidir ki, alimlerin büyük çoğunluğu (tamamı olmasa da) bütünleşerek, en iyi bilgiler ışığında cemaatleri koruyan iktidara reform önerileri sunabilmeli, ancak eski kurumlara sadık kalmak isteyenleri engellememeli. Ancak hiç kimse tarafından alenen sorgulanmayan daimi bir dini anayasayı kabul etmek, insanlığın gelişimindeki bir çağı olduğu gibi yok etmek veya verimsiz kılmak, kesinlikle yasa dışıdır.

Bir insan kendi aydınlanmasını ancak belirli bir süre erteleyebilir. Fakat kendisi veya kendinden sonra gelen nesil için aydınlanmadan tamamen vazgeçmek, insanın kutsal haklarını ihlal etmek ve çiğnemektir. Bir toplumun kendi kendine veremeyeceği kararlar için bir hükümdarın karar verme hakkı daha da azdır; çünkü hükümdarlığın itibarı toplumun tamamını kendi iradesinde bütünleştirmekten ibarettir. Eğer gerçek ve sözümona iyileştirmelerin sivil düzenle uyumlu olup olmadığını görmek isterse, tebaasının kendi kurtuluşlarını bulmaları için serbest bırakabilir. Kurtuluş onun işi değildir; onun işi bir insanın diğer insanın kendi kaderini belirlemesinden ve kurtuluşunu bulmasından zorla alıkoymasını engellemektir. Hükümdarın bu konulara karışması ve tebaasının dini konulardaki görüşlerini dışavurumunu denetlemesi, en yüksek içgörüyle yaptığında dahi, kendi kendini kınamaya maruz bırakır: ​​Caesar non est supra grammaticos. Egemenlik gücünü birkaç zalimin tebaası üzerindeki manevi zorbalıklarını destekleyecek kadar alçaltması, daha da kötüdür.

Eğer “şu an aydınlanmış bir çağda mı yaşıyoruz?” sorusunu soracak olursak, cevabım “hayır, ama aydınlanma çağında yaşıyoruz” olacaktır. Şu anki vaziyette, insanların dışarıdan bir rehber olmaksızın kendi akıl ve mantıklarını güvenle ve doğru bir şekilde kullanabildikleri hala gerçekten uzaktır. Yine de, dini hakikat hedefine doğru çalışma alanının açıldığına dair açık işaretler var. Dahası, aydınlanma ve kendi kendine dayatılan olgunlaşamamışlıktan çıkmanın önündeki engeller giderek azalmaktadır. Bu bakımdan içinde bulunduğumuz çağ aydınlanma çağı ve Frederick'in yüzyılıdır.

Bir prens, tebaasına dini konularda hiçbir şey dikte etmemeyi, aksine onları özgür bırakmayı bir görev olarak gördüğünü söylemeyi gururuna dokunan birşey olarak görmemelidir. Eğer küstah “hoşgörülü” kelimesini reddederse kendisi aydınlanmış olur; minnettar bir dünya ve gelecek nesiller tarafından, insanlığı en azından hükümete bağlılıktan kurtaran ve vicdani konularda kendi akıl ve mantığını kullanmalarına izin veren ilk kişi olarak övülmeyi hakeder. Onun hükümdarlığında kurumsal vazifelerinden bağımsız alim olarak hareket eden onurlu papazlar, genel kabul gören öğretiden sapsalar da, fikirlerini özgürce ve açıkça dünyanın denetimine sunabilirler. Bu durum herhangi bir makamın yeminiyle kısıtlanmamış herkes için daha da geçerlidir. Bu özgürlük ruhu Prusya sınırlarını aşmakta, hakiki çıkarlarını anlamakta zorlanan devletlerin koyduğu engellerle mücadele etmek zorunda kaldığı yerlerde bile yayılmaktadır. [Frederick'in Prusya'sı] özgürlüğün kamu düzeni ya da toplumun birliği konusunda en ufak bir endişeye yol açmaması gerektiğinin parlak bir örneğidir. İnsanları kasıtlı olarak barbarlık içinde tutmaya çalışmadığınızda, onlar bu durumdan günbegün kendi kendilerine kurtulacaklardır.

Aydınlanmanın ana fikrini -insanın kendi kendine dayattığı olgunlaşmama durumundan çıkmasını- özellikle din konusunda ortaya koydum; çünkü yöneticilerimizin sanat ve bilimde tebaalarının veliliğini yapmak gibi bir kaygıları yok. Herşeyden önce, olgunlaşmamak dinde sadece en zararlı olan değil, aynı zamanda en onursuz olanıdır. Ancak sanat ve bilimde özgürlükten yana olan bir hükümdarın eğilimi daha da ileri gider: tebaasının aklını kamusal alanda kullanmasına ve daha iyi bir anayasaya ilişkin fikirlerini ve mevcut temel yasalara yönelik samimi eleştirilerini yayınlamalarına izin vermenin hiçbir tehlikesi olmadığını bilir. Elimizde çarpıcı bir örnek var, hiçbir hükümdar, bizim kutsadığımızla boy ölçüşemez.

Ancak kendisi aydınlanmış olan, gölgelerden korkmayan, halkın özgürlüğünü garanti altına alan kalabalık ve disiplinli bir orduyu komuta eden bir adam, sadece o özgür bir devletin söylemeye cesaret edemediğini söyler: “İstediğiniz kadar ve istediğiniz konuda tartışın; ama itaat edin!”. Böylece burada da çelişki / tezat içeren insan ilişkilerine dair beklenmedik bir netice gözlemliyoruz: sivil özgürlük entelektüel özgürlük için avantajlı görünürken, aynı zamanda aşılmaz engeller oluşturur. Ancak daha düşük bir sivil özgürlük derecesi, özgür ruhun kapasitesinin sınırlarına kadar genişlemesine izin verecek bir alan yaratır. O halde doğa, sert çekirdeğin içindeki tohumu, yani özgür düşünce zanaatini özenle yetiştirmiştir. Ve bu özgür düşünce insanların düşünce biçimlerine reaksiyon verdikçe, insan daha özgürce yaşamaya daha da vakıf olur. Nihayetinde, özgür düşünce devletin temelleri üzerinde etkili olmaya başlar, ve hükümet, artık bir makineden daha fazlası olan insana, onuruna yaraşır biçimde davranma fikrini makul bulur.

Çeviri Notları

Olgunlaşmamışlık: Almanca orjinali: Unmündigkeit. Yaygın ingilizce çevirisi: nonage.

Olgunlaşmamışlık anlam olarak denk ve yaygın karşılık olarak geldi. Diğer çevirideki "ergin olmama** tercihi bana pek doğal gelmedi.

Veli: Almanca "vormunder" ingilizce "guardian" kelimesi burada "olgunlaşmayan için karar veren" "olgunlaşmayanı kontrol eden" anlamında kullanılıyor. Doğrudan çevirince "koruyucu" kelimesi ortaya çıkıyor. Gelgelelim olgunlaşmama ve olgunlaşmayanı gözetme bağlamında, en doğru karşılığın "veli" kelimesi olduğuna karar verdim. Nejat Bozkurt'un çevirisinde "koroyucu" "vasi" "gözetici** kelimeleri tercih edilmiş.

Alim: Almanca “Gelehrter”, İngilizce “scholar”. Yazının bağlamında, emir komuta zincirinden çıkıp özgürce düşünen ve sorgulayan, düşünen ve düşünmeyi yayan insanlar için kullanılıyor. Asker ve din adamlarının kendi vazifeleri hakkında düşünmelerine dair örnekler veriliyor. Nejat Bozkurt’un çevirisinde “bilgin” kelimesi tercih edilmiş; ben alim kelimesinin spesifik bir alanda uzmanlaşmaya referans vermesi nedeniyle, daha iyi bir karşılık olduğunu düşünüyorum.

Çeviri yöntemi: Mary C. Smith'in İngilizce metnini ana referans olarak aldım. İngilizce metindeki kör noktaları ve anlam kaymalarını tespit etmek için, Almanca aslı yapay zeka (GPT-4 ve DeepL) ile çevirip kontrol ederek çevirdim. Türkçe sözlük olarak kaynak.app'i kullandım.

Back