Yaklaşık 14 yıldır, yani 16 yaşından beri yazılım geliştiricilik mesleğini icra ediyorum, bunun ilk 6 yılı Türkiye'de geçti. Yeni belediye olan kasabalara internet sitesi yaparak başlayan absürd kariyerim İstanbul'da asgari ücretli işlerden geçti, San Francisco'daki popüler startuplara kadar devam etti. En sonunda Bali'ye taşınıp, Kozmos adlı kendi girişimim üzerinde çalışmaya başladım.
8 Yıl önce Türkiye'den ilk kez yurtdışına çıkmıştım ve bu kalıcı bir çıkıştı. Sonraki 6 yılı California'da, 1 yılı Endonezya'da, 3 ayı Fas'ta, ve 1 ayı da Ürdün'de geçti. Küba'dan Japonya'ya kadar, epey bir ülkeyi ziyaret edip gözlem yapma şansım oldu. Hep aklımın bir köşesinde olan Türkiye'ye geri dönme fikri bir kaç kez canlandı, fakat her defasında hayal kırıklığına uğrayarak vazgeçtim.
Bu yazıda son dönemde gündemde olan bir konu olan beyin göçü hakkında, hem içeriden hem de dışarıdan bir göz olarak bahsedeceğim. Amacım ülkemizi yermek ya da bir başka ülkeyi övmek değil, Türkiye'de bilişim sektörünün neden gelişmediği sorusuna kendi cevabımı sunmak. Umarım faydalı olur.
Girişimcilik Kültürü
Gelişmiş ülkelerde gençler 20'li yaşlarını belki birkaç kez başarısız olacakları ama edindikleri deneyimle eninde sonunda başaracakları girişimleri kurmaya çalışarak geçiriyor. Okullar gerçekten okul, girişimler ise gerçekten girişim oluyor ve insanlar risk almayı, deneme yanılma yapmayı seviyor. Medeni toplumlarda başarısız bir girişim utanç kaynağı değil, madalya gibi gururla anlatılan bir deneyimdir.
Girişimciliğin özünü oluşturan ticari risk, ülkemizde en sevilmeyen risk türü. Toprak kayması riski olan kumdan bir uçuruma villa yapmak için belediye meclisinin altından girip üstünden çıkan, yasaları çiğneyerek hapishaneye girme riskini alabilecek kadar hırslı girişimcilerimiz, bir villanın 1/100 maliyetine bilişim projesi yapma riskini korkunç, saçma ve gülünç buluyor.
Güven Eksikliği
Batı medeniyetleri geleneksel toplum yapısından modern topluma geçiş yaparken, ahlaka ilave olarak etik kavramını geliştirdi ve bunu çeşitli araçlarla donattı, böylece insanlar iş hayatlarında güvenle çalışabilecekleri kişileri bulabildiler.
16 Yaşındayken bir özel bir hastahanenin müdürü (aynı zamanda sahibi) beni internet sitesi yapmam için ofisine davet etmişti. Yaşadığımız ildeki en büyük ve prestijli hastahaneydi bu, sevinçle gitmiştim görüşmeye. Velakin hastahanenin müdürü beni aşağılayan bir tavırla karşılamıştı ve aramızdaki ilk ve son diyalog tam olarak şu şekilde geçmişti;
— Sen site mi yapıyorsun? Doğru söyle.
— Evet, isterseniz gösterebilirim yaptıklarımı
— Gerek yok. Baştan uyarayım, bana yalan söylersen bir daha bu caddeden geçemezsin.
Eğer prestijli bir hastahanenin müdürü 16 yaşındaki bir web geliştiriciyi tehdit edecek kadar kendini kaybettiyse, epey büyük kazıklar yemiş olmalı.
Zira Türkiye'de iş hayatında "etik" gülünç bir kavram. Hastahane müdürü biliyor ki, okullar dürüst olmayı, etik kuralları öğretmek yerine, çocuk ve gençleri adeta bir dolandırıcı adayı gibi yetiştiriyor.
Daha yeni bir örnek vereyim mesela; ismini vermeyeceğim bir yatırımcı, Türkiye'nin en prestijli özel üniversitelerinden mezun bir gencin girişimine 1 Milyon TL yatırım yapıyor. Yatırımın haberi büyük teknoloji sitelerinde övgüyle, fiyakalı fotoğraflarla yerini alıyor. Lakin birkaç ay içinde bu girişimci aldığı yatırımın bir kısmını çalarak Ukrayna'ya kaçıyor ve bir daha hiç geri dönmüyor.
Okullar etik ilkeleri öğretmiyor, peki aileler ? Aileler kızlarını katı kurallara tabi tutarken, erkek çocuklarını etik ve ahlaki kurallardan muafmışçasına yetiştiriyor. Toplumumuzda kadınların kabiliyetleri, tasarrufları ve davranışları sürekli gözönünde ve tartışma konusuyken, hiç kimse vasıfsız, cahil, arsız erkek kalabalığından şikayetçi değil.
Peki neden? Nedeni aşağıda;
Meritokrasi
Bilişim konusunda gelişen ülkelerin en önemli ortak özelliği meritokrasidir, yani insanlar bilgilerine ve kabiliyetlerine göre değerlendirilirler. Toplumsal hiyerarşi insanları soyadlarına ya da tanıdıklarına göre değil, çalışkanlıklarına ve dürüstlüklerıne göre ödüllendirir.
Modern Türkiye'de meritokrasi hiçbir zaman varolmadı. Bu nedenle 10 veya 20 yıl değil, Türkiye'nin kuruluşundan beri beyin göçü yaşanıyor. İnsanlar bilgi ve kabiliyetlerine göre ödüllendirilmeyeceklerini bildikleri için, ya kendilerini geliştirip yurtdışına gidiyor ve orada başarılı oluyor, ya da kariyerini tanıdıkları vasıtasıyla inşa edeceği için bilgi edinmeyi, öğrenmeyi gerekli bulmuyor.
Bu durum tekstil, inşaat, maden, gıda, medya vb şirketleri için herhangi bir anlam ifade etmez. Bu şirketler daha fazla para kazanmak için daha fazla bilişime ve inovasyona ihtiyaç duymazlar, ucuz işçilik, yeni doğal kaynaklar şirketlerini büyütmeye yeterlidir.
Üzerinde durmamız gereken soru tam olarak bu; neden özel sektör beyin göçünden şikayetçi değil ? Türkiye ekonomisi neden gelişmiş ülkeler gibi meritokrasi üzerine kurulu değil?
Resmi istatistiğe göre Türkiye'deki şirketlerin %95'i aile şirketi, yani yukarıda bahsettiğim türden, şirket hiyerarşisinin bilgi ve kabiliyete göre değil, kan bağına göre olduğu şirketler.
Peki bu beyin göçünü nasıl tetikliyor? Şöyle;
Bilginin Değersizliği
Batı medeniyeti bilgiye değer verdiği için "medeniyet" sıfatını elde etti. Nasıl ki ortaçağda Avrupalı kapitalistler bilim adamlarını gemilerle keşfe gönderip, araştırma sonuçlarıyla geliştirdikleri tıbbi ilaç vb. ürünlerle zengin olduysa, günümüzün batılı kapitalistleri bilişim projelerine milyarlarca dolar yatırım yapmaya devam ediyor. Bizim ülkemizin zenginleri ise varlıklarını gösteriş ve lüks için kullanmayı daha mantıklı buluyorlar.
Silikon Vadisinde startuplar "evaluate" edilirken bakılan birincil kriterlerden biri fiziksel bağlarının olup olmamaları. Girdisi ve çıktısı tamamen dijital olan startuplara, fiziki bağı olan startuplara göre kat kat daha fazla değer biçiliyor. Kablosuz ağlarda gidip gelen verilerle milyarlarca dolar kazancın elde edilebildiği, bilginin en değerli olduğu çağdan geçiyoruz.
Lakin Türkiye'de yaşadığımız çağa tezat bir durumla karşı karşıyayız. Yatırımcıların neredeyse tamamı sadece e-ticaret gibi ürünün fiziksel olduğu, bilginin ve inovasyonun değersiz olduğu projelere yatırım yapmak istiyorlar. Doğal olarak, bir kebapçıyla aynı vizyona sahip girişimcilerin şirketlerinde zamanını boşa harcamak istemeyen yerli mühendisler, rotalarını batıya çeviriyor. Zaten inovasyon yapmakla ilgilenmeyen girişimci ve yatırımcılar da bu beyin göçünden etkilenmeden şirketlerini büyütmeye devam ediyorlar.
Gerileme Dönemi
İnsanlık tarihi gerileyen ve çöken medeniyetlerle dolu. Türkiye hem modern çağın değerlerini elinde tutamıyor, hem de geçmiş çağlardan devraldığı değerlerini, kabiliyetlerini eşi benzeri görülmemiş bir süratle "unutuyor".
Halkımız inovasyon, girişim değil, petrol, doğalgaz gibi kolay, garanti zenginlik istiyor. Güzelim anadolunun dağlarına, tepelerine baktığımda halkımızın sanki yaşadığı coğrafyadan intikam aldığı hissine kapılıyorum.
Şiddetli bir yozlaşma ve gerileme döneminden geçiyor doğduğumuz coğrafya.
Ağaçlar artık kolay kolay meyve vermiyor.